Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen isimli ve tipik sözleşmelerden biri olan vekâlet sözleşmesi, ekonomik ve sosyolojik gelişmelerin da etkisiyle kapsam olarak her geçen gün genişlemektedir. Türk Borçlar Kanunu’nun 502. Maddesinin deyişiyle “Vekâlet sözleşmesi, vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.” Vekâlet sözleşmeleri çift taraflı sözleşmeler olup; sözleşmenin bir tarafında vekil diğer tarafında ise vekil eden bulunur. Vekalet ilişkisinin sona ermesi, tek taraflı olarak taraflardan birinin sözleşmeyi sona erdirmesi ile iradi olarak; ölüm, ehliyetin kaybedilmesi ve iflas ile ise kendiliğinden vuku bulacaktır. Bu yazımızda vekil edenin ölümü halinde ve vekalet sözleşmesinin bir türevi olan Avukatlık Sözleşmesi bakımından müvekkilin ölümü halinde sona erme konusu ele alınacaktır. 

 

 

Avukatlık sözleşmesi hukuki niteliğini, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 502 ile 514. maddeleri arasında düzenlenen vekâlet sözleşmesinin özel bir türü olarak Avukatlık Kanunu’ndan almıştır. Türk Borçlar Kanunu’nun 513. maddesinde vekalet sözleşmesinin ölümle sona ereceği özel olarak düzenlenmişse de sona ermenin sonuçları bakımından özel bir düzenleme yoluna gidilmemiştir. Avukatlık Kanunu sözleşme ilişksinin ölümle sona ereceğini ayrıca düzenlemiş olmasa da avukatlık sözleşmesinin ölümle sona ermesi, avukatın kişiliğinin bu sözleşme bakımından önemi noktasında kaçınılmazdır. Avukatlık Kanunu’nun 42. maddesinde avukatın ölümü halinde, avukatın kayıtlı olduğu baro başkanının, ilgililerin yazılı istemi üzerine veya iş sahiplerinin yazılı muvafakatini almak şartıyla, işleri geçici olarak takip etmek ve yürütmek için kendi barosuna kayıtlı bir avukatı görevlendirebileceği ve dosyaları kendisine devir ve teslim edeceği düzenleme altına alınmışsa da müvekkilin ölümü halinde nasıl bir yol izleneceği hususunda bir düzenleme bulunmamaktadır.

 

 

Müvekkilin ölümü halinde avukatlık sözleşmesi sona ereceğinden, avukat müvekkili adına yeni bir dava açamayacağı gibi mevcut durumda yürüyen davaları da vekil olarak takip edemez. Bazı istisnai durumlarda, vekalet ilişkisinin sona ermesi mirasçıların haklarını tehlikeye sokabilir, bu durumlarda avukat mirasçıların hak kaybı yaşamaması için, onlar işlerini görebilecek duruma gelinceye kadar vekillik görevine devam etmelidir. Her ne kadar vekalet ilişkisi ölümle sona ermiş olsa da mirasçıların avukatın işe devam etmesi noktasında muvafakati ile avukatın vekillik görevine devam etmesi mümkündür.  Fakat ölenin kişilik hakları ile alakalı olan davalarda mirasçılar muvafakat etse dahi avukatın vekillik görevine devam etmesi mümkün değildir.

 

Müvekkilin ölümü ile her ne kadar vekalet ilişkisi sona erse de avukatın sır saklama, hesap verme gibi yükümlülükleri mirasçılara karşı da devam edecektir. Bu sebeple avukat ölen iş sahibi yaşarken onunla paylaştığı sırlarını, hukuki durumunu ve davanın durumu gibi bilgileri sır saklama yükümlülüğü kapsamında gizli tutmakla yükümlüdür. Zira sır saklama yükümlülüğüne aykırı davranarak ölen müvekkilinin bilgilerini paylaşan vekil hukuka aykırı davranmış olacağından tazminat sorumluluğu gündeme gelebilecektir.

 

 

Avukatın hak kazanacağı ücret noktasında ise, Avukatlık Kanunu’nda bu konuda özel bir düzenleme yer almamakla beraber sözleşmenin ölümle sona ermiş olması da tıpkı azil ve istifa gibi ileriye dönük bir sona erme olarak sonuç doğuracaktır. Dava sona erdikten yani karar kesinleştikten sonra müvekkilin ölmesi avukatın hak kazanacağı ücret noktasında önem arz etmeyecektir. Henüz dava devam ederken müvekkilin ölümü ile vekalet ilişkisinin sona ermesi halinde ise kanaatimizce avukat, murisin mirasçılarından sözleşmenin ölümle sona ermesine kadar yaptığı işler ile orantılı bir ücret istemeye hak kazanacaktır. Bu sonuç mirasın tüm aktif ve pasifleri ile mirasçılara geçmesi gerektiğinin kabulünü ihtiva eden külli halefiyet prensibinin doğal bir sonucudur.