Kredi temin edebilmek maksadıyla müstakbel hakedişlerin bankalara teminat gösterilmesine uygulamada sıkılıkla karşılaşılmaktadır. Aynı şekilde, nakit akışının bozulmaması adına üçüncü bir kişiye müstakbel hakedişlerini temlik edebilmektedir. Bu temliklerin ardından konkordato ilan edilmesinin, bu devirlere etkisinin incelenmesi gerekmektedir.

 

İİK m. 294/VI’de bu konu, “Konkordato mühletinin verilmesinden önce, müstakbel bir alacağın devri sözleşmesi yapılmış ve devredilen alacak konkordato mühletinin verilmesinden sonra doğmuş ise, bu devir hükümsüzdür.” şeklinde düzenlemiştir. Anılan hükme göre, konkordato korumasına alınan temlikin hükümsüz olabilmesi için;

 

  • Alacağın henüz doğmamış olması,
  • Alacağın devrine ilişkin yapılan sözleşmenin mühletten önce yapılması,
  • Alacağın konkordato mühleti içerisinde doğması,

 

gerekmektedir. Hükümde mühletten sonra doğmuş alacaklar demek suretiyle temlik edilen alacağın mühletten sonra doğması halinde, konkordato mühletinin evvelce yapılan temlik sözleşmesini geçersiz hale getireceğini düzenlemiştir. Bu halde mühlet öncesi temlik edilmiş müstakbel hakedişler eğer mühletten sonra doğmuş ise, İİK m. 294/VI gereği söz konusu temlik geçersiz olacaktır. Alacağın temlikten önce doğduğu ancak daha sonra muaccel olduğu hallerde ise temlik geçerliliğini koruyacaktır. Zira alacağın doğması ile muaccel olması birbirlerinden tamamen farklıdır.

 

Aynı şekilde müstakbel bir alacak mühletten sonra doğmakla birlikte alacağın temliki de mühletten sonra yapılmış ise temlik yine geçerli olacaktır. Zira bu durumda söz konusu temlik, konkordato komiserinin izni kapsamında yapılmış olacaktır. Aksi durumda bir başka anlatımla komiser izni olmaksızın yapılan temlikler ise hükümsüzlük yaptırımına tabi olacaktır.

 

Konkordato koruması ile sağlanmak istenen nihai amaç borçlunun malvarlığının korunarak, kendisine kaynak sağlanması ve ticari faaliyetlerin devamının sağlanmasıdır. Tüm konkordato hükümleri gibi İİK m. 294/VI hükmü de bu amaca hizmet etmektedir. Nitekim hükmün gerekçesinde de “Bu hükmün amacı borçlunun konkordato alacaklılarının müracaat edebileceği malvarlığını korumaktır…” denmek suretiyle anılan husus vurgulanmaktadır.

 

Kural olarak sözleşmenin karşılıklı olarak irade beyanlarına uygun şekilde akdedilmesiyle birlikte tarafların borçları doğmuş olmaktadır. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu çerçevesinde kurulan satım, yapım ve hizmet sözleşmelerinde ise borcun doğum anı genel kuraldan ayrılmaktadır. Örneğin yüklenici ile ihaleyi yapan kurum arasında ihale sonunda kurulan yapım sözleşmesi ele alındığında yüklenicinin borcu söz konusu yapım faaliyetini tamamlanması olmakla birlikte; ihale sahibinin borcu ancak yapının tamamlanması sonucunda kesin kabul verilmesi halinde doğacak olan bedel ödeme yükümlülüğüdür. Bu kapsamda ihale sahibinin yükleniciye/borçluya bedel ödeme borcunun doğması için yüklenici tarafından yapılan ifaya kesin kabul verilmesi gerekmektedir.

 

Kanaatimizce burada ihale sahibinin bedel ödeme yükümlülüğü TBK m.170 kapsamında bir geciktirici şart niteliğindedir. Zira söz konusu yapım işinin tamamlanacağı belirli bir vakıa olmamakla birlikte bedel/hakediş ödeme borcunun, yapma işinin tamamlanması halinde dahi ihale sahibi kurum/kuruluş tarafından kesin kabulün yapılması ile birlikte doğacağı açıktır. Başka bir anlatımla, ihale sahibinin bedel ödeme borcu şarta bağlı olarak doğmaktadır. Bu halde şartın gerçekleşmesi neticesinde müstakbel alacak niteliğindeki hak edişlerin devri, borcun sonuçlarını meydana getirecektir.

 

Hakedişin muacceliyeti ancak geciktirici şart mahiyetindeki kesin kabulün ardından gerçekleşebilir. Uygulamada kesin kabul ile muacceliyetin birbirinden ayrılması ve muacceliyet için vade öngörülmesi de vardığımız bu sonucu teyit etmektedir. Örneğin kesin kabulün gerçekleşmesinden itibaren 10 gün içinde borcun ifa edileceğinin kararlaştırıldığı bir sözleşmede; kesin kabulün yapılması anında bedel ödeme borcu doğacak ve bu tarihten itibaren 10 gün geçmesiyle birlikte borç muaccel hale gelecektir. Nitekim Yargıtay 15 HD.  2017/101 E., 2018/2898 K., 04.07.2018 tarihli kararında;

 

“Sözleşmenin hakedişler ve ödeme başlıklı 10-A maddesine göre, Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi’nin 39. maddesi uyarınca, hakediş raporu düzenlenerek tahakkuka bağlanıp ödeneceği düzenlenmiş olup, Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi’nin 39 ve 40. maddelerindeki tahakkuka bağlama tarihinden itibaren 30 gün içinde ödeme yapılacağına dair hüküm kesin vade olmayıp, alacağın istenebilir olduğu tarihi gösterdiğinden, şartnamenin 39 ve 40. maddelerine göre hesaplanacak sürelerden faiz uygulanması mümkün değildir.”

 

demek suretiyle alacağın doğumunu kesin kabulün, bir başka deyimle söz konusu bedelin tahakkuka bağlandığı an saymakta olup; borcun talep edilebilir hale geldiği muacceliyet anının ise bu tarihten sonra belirlenen günün geçmesiyle birlikte geldiğini kabul etmektedir. Yine Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’de 2001/7306 E., 2001/7991 K. 16.11.2001 tarihli ilamında konuyla ilgili olarak aynen şu şekilde tespitlerde bulunmuştur:

 

“Kat karşılığı inşaat sözleşmelerin de yükleniciye bırakılan bağımsız bölümler üzerinde yüklenici kişisel hak sahibidir ve bu hakkını ancak edimini yerine getirdiğinde kazanır, bir başka anlatımla bu kişisel hakkını edimini tam olarak yerine getirmesi koşuluyla arsa sahibine karşı ileri sürebilir. Ancak, sözleşmeden kaynaklanan bu kişisel hakkın üçüncü kişilere devredilmesi de mümkündür. Bu gibi hallerde Borçlar Kanununun 162 ve devamı maddelerinde düzenlenen alacağın temliki hükümleri kıyasen uygulanır. Anılan hükümler uyarınca borçlunun onayı aranmaksızın, yazılı olması koşuluyla alacak üçüncü kişilere devredebilir. Devredilen alacak, sözleşme anında mevcut olabileceği gibi ilerde doğması muhtemel bir alacak ya da şarta bağlı alacak olabilir. Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde yüklenicinin alacağı, edimini tam olarak yerine getirmesi halinde doğacak olan bir alacaktır ve temliki mümkündür. Yazılı sözleşme ile bu hakkı temellük eden kişi, yüklenicinin edimini yerine getirmesi halinde ona tapuyu devretmekle yükümlü borçlu arsa sahibine karşı temellük ettiği hakkı ileri sürebilir.”

 

Söz konusu kararda yüklenicinin sözleşmeye binaen yaptığı iş mukabilindeki alacağının, sözleşme hükümlerine uygun olarak taahhüt ettiği işleri tam olarak yerine getirmesi halinde doğacağı, temlike ilişkin hükümlerin sonuçların doğmasının ise ancak bu şekilde mümkün olacağı içtihat edilmiştir. Anılan karar uyarınca, yazılı bir sözleşme ile doğması muhtemel hakkı veya alacağı devralan kişi, ancak yüklenicinin mükellefiyetlerini yerine getirmesi halinde borçlu tarafa (idareye) karşı, devraldığı hakkı veya alacağı ileri sürebilir. Bu halde yüklenicinin, anlaşma hükümlerine uygun olarak işi tamamen teslim etmemesi halinde; alacak da, tahakkuk etmeyecektir, doğmayacaktır[1]. Aynı kararın devamında; “Sözleşme şartlarına göre, “fiili ve hukuki bitmişlik” birlikte aranmalıdır.” demek suretiyle durum açıkça ortaya konmuştur.

 

Son halde yüklenicinin, idare ile sözleşmeye binaen yaptığı işlerde esas olan ve idarenin yapacağı ödemelere dayanak olacak nokta, sadece işin hakediş üzerinde tamamlanması değil, aynı zamanda fiili/fiziki olarak da bitirilmiş olmasıdır. İşin hukuken ve fiilen birlikte bitirildiğinin tespiti ise 4735 sayılı Kanun gereği ifa edilen edimin kabulü ile gerçekleşir.

 

Kanun koyucu, eser sözleşmelerine nazaran özellikle kamu ihaleleri kapsamında ifa edilen edimlerin kabulü işlemini daha da titizlikle düzenlemektedir. Nitekim bahsi geçen kabul 4735 sayılı Kanun kapsamında aynı zamanda ödeme yapılabilmesinin yegâne şartıdır[2]. Bu kapsamda örnek vermek gerekirse, alınan ihale sonucunda kuruma/idareye/kamuya elektrik altyapısı yahut dağıtımı sağlayan bir şirketin söz konusu elektriğin dağıtımını yapması yahut hizmete başlaması, eğer idare tarafından kesin kabul verilmemişse ücret hakkını doğurmaz. Zira söz konusu edimin ifası yetkili bir makamın onayı şartına bağlanmıştır. Dolayısıyla kabule yetkili olan idarenin bu kararı yüklenicinin bedele hak kazanması/bedelin doğumu bakımından kurucu nitelik taşımaktadır. Bir başka anlatımla idarenin verdiği kesin kabul kararı bedel ödeme borcunun doğumu için geciktirici bir koşul niteliğindedir. Aynı şekilde inşa edilen bir hizmet binasının inşasının bitirilmesi halinde kesin kabul yapılmadan yüklenici ücret alacağı doğmaz.  Zira söz konusu edimin sözleşmede kararlaştırıldığı gibi tamamlanıp tamamlanmadığı kesin kabul yapılmadığından sebeple henüz belli değildir.

 

Hakediş alacaklarının doğduğu an, yüklenici tarafından işin yapıldığı ve artık üzerinden el çekildiği kısım için kesin kabul yapıldığı vakittir[3]. Ancak belirtilmelidir ki her ne kadar kesin kabul yapılmış olsa da ortada gerçek anlamda tamamlanmış bir işin söz konusu olması zorunludur. Çünkü geçici ya da kesin kabul yapılması yahut fatura düzenlenmesi halinde ortada gerçek anlamda yapılmış bir iş bulunmuyorsa doğmuş veya muaccel olmuş bir alacaktan da bahsedilemez.

 

Yüklenici bakımından tamamlanmış işe ilişkin kabullerin mühletten sonra yapılmasıyla hakedişin doğması halinde, konkordato mühleti alınmasından önce yapılmış olan temlik işlemi hükümsüz kalacaktır. Zira söz konusu alacak ancak geciktirici şartın gerçekleşmesine bağlı olarak, yüklenicinin işten el çekmesi ile birlikte kabul vermeye yetkili idarenin kesin kabulü sonucunda doğmuş olur. Nihai olarak söz konusu müstakbel alacağın temliki işlemi İİK m.294/IV hükmü uyarınca geçersiz hale gelecek ve hakedişin doğrudan borçluya ödenmesi gerekecektir.

 

  

  

 

[1]  Mükremin UZUN, Kamu İdarelerinin Borçlu Taraf Olarak Yer Aldığı Sözleşmelerde Alacağın Temliki, Sayıştay Dergisi, 2011, S. 80, s. 9.

[2]  Bu yönde: Eren TOPRAK, Kamu İhale Hukuku Türkiye’de Kamu İhalelerinin Genel Yapısı ve Hukuki  Rejimi, Ankara, 2021, s. 449.

[3]  Bu yönde: Talih UYAR, Kesin Konkordato Mühletinin “Alacaklılar Bakımından” Sonuçları, Ankara Barosu Dergisi, 2019, S.2, s. 172; M. Serhat           SARISÖZEN, 7101 sayılı Kanun Kapsamında İcra İflas ve Konkordato Hukukundaki Yenilikler, 2018, s. 68.