Muvazaa, bir hukukî ilişkinin taraflarının, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak konusunda yaptıkları anlaşmadır. Muvazaada tarafların asıl amaç ve niyetleri, görünürdeki işlemle üçüncü kişileri aldatmaktır. Muvazaanın söz konusu olduğu durumlarda taraflar, yapacakları işlemin bir sonuç doğurmamasını istemekte; buna rağmen dış âlemde sözleşme akdetmiş gibi görünmeyi istemektedirler.
Yargı kararlarında ve öğretide kabul edildiği üzere, hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak üçüncü kişilerden bir hak talep edemez. Bu hususu Yargıtay 1. Hukuk Dairesi1 şu ifadelerle özetlemiştir:
“…Kural olarak hiç kimse kendi muvazaasına dayanarak bir hak talep edemez. Kaldı ki böyle bir hak talebi herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olduğu, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzenince korunamayacağını belirten 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2’nci maddesine de aykırıdır. Ancak Yargıtay içtihatlarından yer aldığı üzere “taraf muvazaası”nın ispatına bir istisna getirmiş ve “yazılı delil” şartı aranmıştır.”
Peki, tarafların kendi aralarında gerçekleştirdikleri hukukî işlemler için muvazaa iddiasında bulunabilmelerine hukuk düzeni cevaz vermekte midir? Bu soruya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 11.05.2011 tarihli kararında şöyle cevap vermiştir3:
“… kural olarak, muvazaalı işlemin tarafları birbirine karşı kendi muvazaasına dayanarak talepte bulunabilir, üçüncü kişilere karşı bu durumu ileri süremezler…”
Ancak hemen ifade edelim ki, Yargı muvazaa iddiasının işlemin tarafına karşı ileri sürülmesi ancak yazılı delil ile ispatlanabilmesi halinde mümkündür. Zira bir hukukî işlemin muvazaalı olduğu iddiasının hukukî sonuç doğurabilmesi için ispat edilmesi zarurîdir.
Kural olarak, hukukî işlemlerde taraflar iddialarını dayandırdıkları olguları her türlü delille ispatlayabilmelerine rağmen muvazaanın taraflarca ispatı bakımından bu kural sınırlandırılmıştır. Nitekim HMK m. 200 ve 201 uyarınca, taraflar yazılı veya resmi şeklide yapmış oldukları bir sözleşmedeki muvazaayı ispat etmek için, yazılı delil getirmek zorundadırlar2. Ezcümle, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından muvazaanın ispatı hususunda verilen 28.05.2003 tarihli karar şu şekildedir4:
“Muvazaa davaları sözleşmenin tarafları arasında ise muvazaa iddiasının yazılı delil ile ispatı zorunludur…”
Bir başka Yargıtay ilamında ise5:
“Muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb’an dava açan kişi Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını isbat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288. ve 290. maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı Kanunun 293. maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmî şekilde yapılması halinde dahi olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle 5.2.1947 tarih, 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (nam-ı müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.”
Sonuç olarak muvazaa iddiası ile görünürdeki işlemin geçersizliği, anılan hukukî işlemin tarafları arasında her zaman ileri sürülebileceği kabul edilmektedir. Başka bir söyleyişle gerek 6100 sayılı Kanun gerek Yargıtay içtihatları gerekse de doktrin tarafından kabul edildiği üzere sözleşmenin tarafları birbirlerine karşı muvazaa iddiasını ve görünürdeki sözleşmenin kesin hükümsüzlük yaptırımı ile geçersiz olduğunu (ispat etmek koşulu ile) birbirlerine karşı her zaman ileri sürebilirler.